top of page

BARIŞ VE REFAHIN TESİSİNDE AHİLİK KÜLTÜRÜ VE SOSYAL SERMAYENİN ROLÜ

Barış ve refah insanlığın varlığını sürdürebilmesi için tartışmasız en temel gereksinimlerindendir. İnsanoğlunun can ve mal güvenliğine duyduğu ihtiyaç yerine göre yeme içme ihtiyacının bile önüne geçebilmektedir. Çünkü güvenliğin bulunmadığı bir ortamda diğer ihtiyaçları karşılayabilmek de mümkün değildir. Dolayısıyla her bağımsız ülke öncelikle milletinin güvenliğini sağlamak mecburiyetindedir. Güvenliğin tesis edilmesi, iki taraflı bir işlem olmakla birlikte, yapılabilecekler sadece tek taraflıdır. Diğer bir ifade ile güvenliğin sağlanması her toplumun kendi sorumluluğundadır. Bu çerçevede milletler, kendi güvenliklerini sağlayabilmek için öncelikle güçlü olmak zorundadırlar. Güçlü olmak ise ancak ve ancak bir ve bütün olmakla mümkündür.

 

Ahilik sitemi, içerdiği değer yargıları ve işleyiş şekliyle, onu uygulayan milletlerin sosyal sermaye birikimine çok büyük katkı sağlamak suretiyle; onların ekonomik anlamda kalkınmalarına, sosyal boyutta ise iç barışı tesis etmelerine imkân sunabilecek bir mekanizmadır. Dış barış ise yine iç barışın tesisine bağlı gerçekleşebilecek bir olgudur. Çünkü iç barışı sağlayabilen toplumlar, ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda güçlü bir konuma sahip olabileceklerinden, dış tehditlere karşı da açık olmayacaktır. Böylelikle iç barışla birlikte dış barışta kendiliğinden kurulmuş olacaktır. Bu çerçevede Gazi Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözü daha anlaşılır olmaktadır.

 

Refah kavramı ise insanlığın güvenlikten sonra gelen zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilme düzeyini yansıtmaktadır. Bu çerçevede uygulanan iktisadi sistem ile yürütülen politikalar ayrı bir önem arz etmektedir. Bireysel ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla gerçekleştirilen üretim, milletlerin en önemli iktisadi faaliyetleri arasındadır. Milletlerin sahip olduğu milli gelir, refah seviyesi ve de siyasi ve askeri gücü büyük ölçüde üretim düzeyine göre şekillenmektedir. Bu nedenle milletlerin varlığını devam ettirilebilmesi büyük ölçüde üretim düzeyinin arttırılması ile mümkün olmaktadır.

 

Kapitalist sistem üretimi arttırmaya dönük girişimleri genellikle maddeci bir bakış açısıyla ele almış ve üretimi artırmanın ancak fiziki ve mali sermaye birikimi ile mümkün olduğu sonucuna varmıştır. Bu bakış açısının en önemli eksiği üretimi gerçekleştiren asli unsur olan insanın ve ona ait değerlerin göz ardı edilmesidir.

 

İnsanın, hem üretimin hem de tüketimin asıl unsuru olduğu gerçeğini dikkate aldığımızda, onun bireysel ve toplumsal davranışlarına yön veren temel  etkenleri ayrı ayrı incelemek gerekir. Bu çerçevede çağdaş iktisat literatüründe son zamanlarda önemine dikkat çekilmeye başlanan sosyal sermaye olgusu ile hem Selçuklu hem de Osmanlı Türk toplumunda iktisadi hayata yön veren Ahilik uygulamasının bazı ortak noktalarının olduğu görülmektedir. Sosyal sermaye olgusu toplum içindeki güvene dayalı ilişkilerin düzeyine dikkat çeken bir olgudur. Ahilik ise “iyi insan olma” temelinde oluşturulmuş bir sistemdir.

 

Her iki modelde de ortak olan nokta; milletlerin güvenliğini ilgilendiren askeri ve ekonomik gücü ile refahı, maddi unsurlardan çok, manevi unsurlar olarak nitelendirebileceğimiz insanı merkezde tutan değer yargılarına göre şekillenmektedir. Dolayısıyla, bu çalışmada milletlerin güvenliğini, barış ve refahını ilgilendiren ekonomik faaliyetler, ahilik sistemi ve sosyal sermaye bağlamında ele alınacaktır.

bottom of page