top of page

Mehmet Karagül Ve Makaleleri

Uluslararası Örgütler

Türk dünyası Ve Uluslararası Örgütler

İçinde yaşadığımız süreçte uluslararası örgütleri tanımadan mevcut dünya sistemini anlamak mümkün olmadığı gibi, yine söz konusu örgütlerde etkin bir rol alamayan milletlerin küresel sistemde kendi milli çıkarlarını koruyabilmeleri de olası değildir.  

Dolayısıyla bu bildiri çalışmasında öncelikle uluslararası örgütler teorik düzeyde ele alındıktan sonra Türk Dünyasının parçaları olan milli devletlerin mevcut uluslararası örgütlerdeki konumları ortaya konacaktır. Devamında ise Türk Cumhuriyetlerinin bölgesel ve küresel ölçekte daha etkin bir rol alabilmeleri için uluslararası örgütlerle olan ilişkilerini yeniden ele alması konuları irdelenecektir. Bu çerçevede, Türk Cumhuriyetlerinin bölgesel ölçekte kendi aralarında oluşturacakları örgütlerde özellikle karşılıklı çıkara dayalı bir sisteme oturması gerekliliği ortaya konacaktır

Ulslararası Örgütler

Ahilik

AHİ-ORDER ORGANIZATION FROM OTTOMAN EMPIRE UNTIL TODAY AND ITS ECONOMICAL DEVELOPMENT RELATION 

Economic development and a high level of welfare in connection with it is an important phase which is desired by the entire communities at all times, however it can not be caught by most of them in despite of desiring it. In this respect, just like it is today, there are quite a few numbers of countries in the history which has been successful in the topic of economical development. In the history, Ottoman Empire has been successful in this topic with the formation of Ahi-Order Organization in the economic life of the Empire by having an important role with the characteristic of being the structuring of craftsman and tradesman and also it’s social and moral values, it’s impacts for the production in the context of social capital are taken into consideration in this study.

Ahilik Nedir

BARIŞ VE REFAHIN TESİSİNDE AHİLİK KÜLTÜRÜ VE SOSYAL SERMAYENİN ROLÜ

Hem uluslararası hem de ulusal düzeyde barış ve güven ortamının oluşturulması, bununla birlikte ekonomik refahın sağlanması çözülmesi gereken önemli sorunlar olarak dünya toplumlarının önünde durmaktadır. Yaşanan olumsuzluklara çözüm üretebilmek için öncelikle sorunların kaynağına inilmesi gerekmektedir. Bu anlamda öncelikle bütün dünyada yoğun olarak uygulanan; insanın refahı ve huzuru yerine; güçlüden yana olan, rekabetçi sistemde kârlılığı ve sermaye birikimini hedefleyen liberal kapitalist sistem ile olan ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

 

Barış ve refahın tesisi ve toplumsal istikrar için; Osmanlı Türk toplumunda gördüğümüz ahilik kültürü ve onun modern yorumu olan sosyal sermayenin dikkate alındığı sağlıklı bir toplumsal yapı oluşturulması çözüm olabilir. Bu bağlamda bireylerin ve toplumların mevcut değer yargılarının; bireysellikten toplumsallığa, sermaye birikimi yerine paylaşıma, kar maksimizasyonu yerine fayda doruklaştırmaya, rekabetten dayanışmaya, tüketimden üretime dönüştürülmesi vb. gerekmektedir.

AHİLİK VE SOSYAL SERMAYE BAĞLAMINDA İŞ AHLAKI VE ÜRETİM İLİŞKİSİ

İdeal anlamda insanın ihtiyaçlarını karşılama amacında olan iktisat, bugünkü dünya gerçeklerinde kapitalist sistem bağlamında, insana rağmen sermaye birikimini temel hedef edinmiş durumdadır. Ancak gerek Türk iktisat tarihinde şahit olduğumuz Ahilik sistemi, gerekse bugünkü sosyal iktisat yazıtında önemli bir yer edinen sosyal sermaye olguları, iktisadi faaliyetlerde insanın değerleriyle birlikte ön plana çıkışına işaret etmektedir. Dolayısıyla bu gün toplumlarda yaşanan ahlak zafiyeti nedeniyle görülen yolsuzluklara bağlı iktisadi ve sosyal problemlerin üstesinden gelebilmek için Ahilik ve sosyal sermaye kavramları çerçevesinde, iktisadi hayatımızı yeniden tasarımlamak kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır. Bu çerçevede bu çalışmada, toplumsal güveni önceleyen sosyal sermaye ve sosyal ahlakı iktisadi yaşamın temel sermayesi gören Ahilik sistemi bir bütün olarak ele alınmış ve insan için iktisat anlayışının önemi üzerinde durulmuştur.

AHİLİK DÜŞÜNCESİNDE İKTİSADİ HAYAT
 

 “Bugün ülkemizde Ahilik konusunda yapılan anma programlarının yaygınlaşmasının geleceğimiz adına umut verici gelişmeler olduğu bir gerçektir. Ancak bu programlardan müşahhas sonuçlar alabilmek için öncelikle, ülkemizde hâkim olan ve bizim değer yargılarımızla uyuşmayan; toplumsallığı değil bireyciliği, faydayı değil karı, paylaşmayı değil biriktirmeyi, üretmeyi değil lüks tüketimi, zayıfa destek olmak yerine rekabetle onu ortadan kaldırmayı ilke edinen mevcut kapitalist hayat anlayışıyla olan ilişkimizi yeni baştan gözden geçirmek zorundayız”

AHİLİK DÜŞÜNCESİNİN İKTİSADİ HAYATA BAKIŞI VE KAPİTALİST SİSTEMLE KARŞILAŞTIRILMASI

Dünyanın müstesna varlığı olan insanın hayatiyetini güven ve refah içinde devam ettirebilmesi, büyük ölçüde iktisat olarak ifade ettiğimiz, kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerçekleştirdiği üretimdeki başarısı ile tüketim ve paylaşımdaki hakkaniyete dayalı davranışlarına bağlıdır. Bu anlamda halen dünyanın ekseriyetinde alternatifsiz ekonomik bir sistem olarak uygulanmakta olan; hiçbir ahlaki kaygıyı gözetmeden kâr maksimizasyonuyla, sermaye birikimini tek gaye edinen Neo Liberal politikaları içeren kapitalist sistemle, dünyanın geneli için refah ve mutluluğu yakalamanın mümkün olmadığı açıkça görülmektedir. Buna karşılık temel ilkeleri İslami değerler olan Ahilik sisteminde; hem insanlığın genel refahı ve barışı adına, hem de çevreye karşı duyarlılık anlamında çok daha makul ilkelerin benimsendiğini görmek mümkündür. Bu çalışmada dünya barışının temini ve insanlığın genel refahının arttırılması adına her iki sistemin mukayesesi yapılacaktır.

AHİDNAMELER ÇERÇEVESİNDE OSMANLI İMPARATORLUĞU'NUN DIŞ TİCARET POLİTİKASI VE İKTİSADİ FELSEFESİ

Çalışmada Osmanlı’nın bir sanayi hamlesi gerçekleştirememesinde etkili olduğu düşünülen dış ticaret politikaları, dış ticaret koşulları ve bu koşulları belirleyen ahidnameler hakim iktisadi felsefe doğrultusunda değerlendirilmiştir. Odak noktası ahidnamelerle yabancılara verilen hakların sermaye birikimi önünde nasıl bir engel oluşturduğu olan bu incelemede, farklı tüccar sınıflarının sahip oldukları ayrıcalıkların yanı sıra ahidnamelerin düzenlendiği dönem koşulları irdelenmiş, dış ticaret politikalarıyla ilgili gerçekçi bir fikir elde edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Osmanlı yönetiminin benimsemiş olduğu iktisadi felsefenin ve temel prensiplerin dış ticaret politikaları üzerinde ne tür bir etki yarattığı tartışılmış, bu doğrultuda İmparatorluğun çağının gerisinde kalmasına neden olan problemlerin kaynakları incelenmiştir.

Küreselleşme

GELİŞMİŞ ÜLKELERDE GENİŞLETİCİ, GELİŞENLERDE İSE SIKI PARA POLİTİKASI VE KÜRESELLEŞME

Genel algının ötesinde kazananı ve kaybedeni olan ve oldukça kapsamlı bir süreci ifade eden küreselleşmenin etkin olduğu en önemli alan kuşkusuz ekonomidir. Bilhassa gelişmiş ülkelerin, gelişen ülkeler üzerindeki ekonomik hâkimiyetini genişletmeleri bağlamında en fazla kullandıkları araç da para politikalarıdır. Gelişen ülkelerde yaygın olarak görülen enflasyonla mücadele için maliyet arttırıcı ve üretim düşürücü etkisi yeterince dikkate alınmadan, hep sıkı para politikası dayatılmaktadır. Söz konusu politikaların uygulanması neticesinde ise iç piyasada daralan para arzı, yükselen faizle yabancı kaynak olarak dışarıdan dengelenmektedir. Oysa gelişmiş ülkeler, tam aksine sürekli genişletici para politikası uygulayarak, gelişen ülkelere önce para, sonra da mal ihraç etmek suretiyle hep kazanan taraf olmayı hedeflemektedirler.

KÜRESELLEŞENLER YADA KÜRESELLEŞTİRİLENLER EKSENİNDE KÜRESELLEŞMEYİ ANLAMAK

Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü, İktisadı Geliştirme Uluslararası İktisat Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karagül: “Küreselleşme hareketi, esasen Küre üzerinde her alanda yeknesaklık arz eden bir yapısal dönüşüm olmakla birlikte, görüldüğü alanlar itibariyle farklılıklar sergileyebilmektedir. Küreselleşmenin türlerini öncelikle yaşandığı alan itibariyle; iktisadi, siyasi, kültürel ve askeri alanlar şeklinde ayırıma tabi tutmak mümkündür.

Merkezi ülkeler, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki etnik ve dini farklılıkları olan grupları demokratik haklarına sahip çıkmaları konusunda uyarırken, bir anlamda ayrışmalarına zemin hazırlamaktadırlar”

KÜRESELLEŞME, KÜRESEL KRİZ VE TÜRKİYE 

Son yıllarda yaşanan ekonomik küreselleşme daha ziyade sermaye piyasalarında gözlenmektedir. Söz konusu bu küreselleşme süreci dünya ekonomileri açısından müspet ve menfi etkileri beraberinde getirmektedir. Üretim faktörleri içinde önemli bir yeri bulunan sermayenin aşırı derecede esnek hale gelmesi, bilhassa gelişmekte olan ekonomilerin krize sürüklenmesine, ya da var olan krizin büyümesine sebep olmaktadır. Bu nedenle ülke ekonomileri, özellikle kısa vadeli portföy özelliğindeki yabancı sermayeye bağlı işlemlerinde daha ihtiyatlı davranmak zorundadırlar

NEO LİBERAL POLİTİKALAR VE EKONOMİK KRİZLER.

Ekonomik kriz, en basit şekli ile toplumun büyük bir çoğunluğunun talep veya arz oluşturamama nedeniyle iktisaden etkisiz hale gelmesiyle ekonomik hayatın işlemez bir hal almasıdır. Ekonomik krizlerin en önemli yansıması ise ülkedeki servetin yeniden dağılımına olan etkisidir. Bu güne kadar yaşanan ekonomik darboğazlar, hâlihazırda uygulanmakta olan kar maksimizasyonu ile sermaye birikimini temel hedef edinen Neo liberal politikalara dayalı kapitalist iktisadi anlayışın, kriz doğurganlığı gibi önemli bir özelliğini ortaya koymaktadır!

Beşeri Sermaye

BEŞERİ SERMAYE 'NİN EKONOMİK BÜYÜMEYLE İLİŞKİSİ VE ETKİN KULLANIMI

Son yıllarda klasik üretim faktörlerine ilave olarak beşeri sermayenin öneminin artması ekonomik büyüme ve gelişme politikalarının yeniden ele alınmasına neden olmuştur. Çünkü safi fiziki sermaye ile iktisadi gelişmeleri açıklayabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla ekonomik gelişme sürecinde, fiziki sermaye ile birlikte beşeri sermayenin geliştirilmesi ve verimli kullanılması için gerekli önlemler alınmalıdır.

HUMAN CAPITAL PERFORMANCE OF EUROPEAN UNION COUNTRIES BY TOPSIS METHOD

: Human capital has become one of the most important factors explaining a country’s economic growth after the emergence of endogenous growth theories. In this study, human capital performance of European Union Countries has been examined. A TOPSIS (Technique for Order Priority of Similarity by Information System) method that is based on Multi Criteria Decision Making (MDCM) approach has been applied for the comparison of countries in terms of human capital. Human capital has been represented by following criteria: Mortality rate, infant (per 1,000 live births), Life expectancy at birth, total (years), Health expenditure, total (% of GDP), Unemployment, total (% of total labor force), Labor force with tertiary education (% of total), Labor force participation rate, total (% of total population ages 15-64) and Internet users (per 100 people). After the analysis, it can be said that Sweden has the best performance on human capital and Bulgaria has the worst

Beşeri Sermaye

Sosyal Sermaye

SOSYAL SERMAYE ÜZERİNE BİR İNCELEME

Klasik iktisat öğretisinde yer alan emek, sermaye, girişim ve doğal kaynaklardan oluşan dört temel üretim faktörü ile çağdaş dünyanın ekonomik olgularını açıklayabilmek çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Çünkü sanayileşmiş toplumların gelişmişliğini sadece fiziki sermaye birikimiyle ve az gelişmiş toplumların gelişememelerini de yalnızca fiziki sermaye yetersizliği ile açıklamak mümkün değildir. Bu nedenle yeni içsel büyüme teorilerinde ekonomik gelişmeye ve büyümeye doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunan, her türlü maddi ve maddi olmayan; politik, örgütsel, çevresel, entelektüel, kültürel, beşeri, bilimsel, teknolojik ve sosyal unsurlar sermaye olarak kabul edilmektedir

Bu nedenle, söz konusu faktörlerin doğrudan ekonomik etkilerinin yanında, kendi aralarında karşılıklı etkileşim halinde olduğu dikkate alınarak,  az gelişmiş ülkelerin ekonomik kalkınma ve büyüme programlarının, sosyal politikalarla eş güdümlü olarak ele alınması gerekmektedir.  Bu çerçevede sosyal sermaye olgusu; tanımı, özellikleri, kaynakları ve ekonomik etkileri itibariyle ele alınacak ve Türkiye’nin bu alandaki konumu irdelenecektir.

NEW ECONOMIC APPROCHES IN THE CONTEXT OF THE “AKHISM” WITH HUMAN AND SOCIAL CAPITAL

The importance of the economical success of the nations have pushed them into a very intensive search and effort in this topic. However, number of the nations succeded have not been too many. Because of this reason, it is not correct to limit the factors affecting the economical success of the nations, as material and financial opportunities. In this respect, it is possible to see the successful use of the search and applications that feature especially quality of human in the system of Ahi in Turkish economic history. In the period, in which the Akhi organization depending on a religious and customary education system with a strict discipline, was being applied; it is known that it made a great contribution to Ottoman-Turkish society.

Ekonomik büyüme ve sosyal sermaye : Ampirik bir kanıt

Çağdaş iktisadi teoride, ülkelerin ekonomik gelişmelerine doğrudan veya dolaylı olarak katkıda bulunan, karşılıklı etkileşim halinde olan politik, örgütsel, çevresel, entellektüel, kültürel, beşeri ve sosyal unsurlar çağdaş iktisadi teoride sermaye olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle ülkelerin ekonomik gelişme ve büyüme performanslarını sadece emek, sermaye, doğal kaynaklar ve girişimcilik gibi klasik iktisadi değerlerle açıklayabilmek mümkün değildir. Bu bağlamda; kurumları, ilişkileri, bireyler arasındaki etkileşimi belirleyen davranışları ve değerleri içeren sosyal sermaye kavramı, özellikle de 1990’lı yıllardan sonra ekonomistlerin, sosyologların ve diğer sosyal bilimcilerin araştırma yaptıkları önemli bir konu olmuştur. Bu doğrultuda, sosyal sermaye kavramını anahtar kelime olarak veren makalelerinin sayısı, 1981 yılından önce 20 iken bu sayı 1991 ve 1995 yılları arasında 109’a çıkmış ve 1999 yılı Mart ayı itibarıyla 1003’e ulaşmıştır.

Sosyal Sermaye

Davranışsal İktisat

İbni Haldun

RASYONEL EKONOMİ VE DAVRANIŞ İKTİSADINDAN DEĞERLER İKTİSADINA

İnsanının rasyonelliği üzerine kurgulanan Neoklasik iktisat teorisi bugün dünyada hâkim iktisat politikalarına yön vermektedir. Söz konusu politikaların neticesinde oluşan hali hazırdaki gelir ve servet dağılımı ise kabul edilebilirliğin çok ötesinde bir durum sergilemektedir. Bu nedenle iktisadi hayattan, insanın yanılmazlığı gerekçesi ile ahlakı ve kamu denetimini dışlayan Neoliberal iktisat politikaları yerine, toplumsal değerlerle, kamu denetimine yer veren, sermaye birikimi için zenginin ihtirasına dönük üretim yerine, ihtiyaç sahibinin temel gereksinimleri için üretimi amaç edinen yeni iktisat anlayışına ihtiyaç olduğu muhakkaktır. Bu anlamda bireysellikten ziyade toplumsal birlikteliği ve sosyal sorumluluğu dikkate alan, insana olduğu kadar doğaya karşı da duyarlı olan değerler ekseninde iktisadi hayatın düzenlenmesi sosyal refah ve barış için zaruret arz etmektedir. Bu çerçevedeki yeni bir yapılanmada, insan davranışlarına göre şekil alan iktisadi hayatın düzenlenmesinde, davranışlara şekil veren toplumsal değerlerin rolünün dikkate alınması gerektiği kanaatindeyiz.

İBN-İ HALDUN’DA ASABİYET İLE DEVLET VE MÜLK İLİŞKİSİ

Toplumların varlıklarını refah ve güven içinde devam ettirebilmeleri, öncelikle kendi içindeki millet olma bilincini geliştirmesi ve bir arada yaşama şuuruna sahip olmasına bağlıdır. Çünkü ortak değerler üretip bunlara göre sosyal, siyasal ve iktisadi hayatlarını düzenleyemeyen, diğer bir ifade ile millet bilincine sahip olamayan toplumların ne tarihte, ne de bugün etkin olabildiklerine şahit olunmamıştır. İslam dünyasının önemli sosyal bilimcilerinde olan İbn-i Haldun, tarihi ve sosyal tahlillerinin geniş bir şekilde yer aldığı Mukaddime adlı eserinde temel değer ve kavram olarak asabiyet düşüncesi üzerinde durmaktadır. Toplumların bir arada yaşaması, devlet kurup güçlü bir iktisadi yapı oluşturabilmelerini sahip oldukları asabiyet düşüncesiyle açıklamaya çalışmaktadır. Bu itibarla bu çalışmada toplumların iktisadi ve siyasi anlamda güçlü bir konuma sahip olabilmelerinde asabiyet fikrinin rolü üzerinde durulacak, bu çerçevede; İbn-i Haldun, asabiyet, devlet ve iktisadi hayat kavramları üzerinde değerlendirmeler yapılıp, bunlar arasındaki ilişki düzeyi irdelenmeye çalışılacaktır.

İnsani Değerler

Toplumsal Değerler, Din ve İktisadi Kalkınma

İktisat, insanoğlunun hayatını sürdürmesi bağlamında her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için gerçekleştirmek zorunda olduğu faaliyetlerin analizini kapsayan çok boyutlu bir disiplindir. Genel anlamda ekonomi; döviz, kur, para, faiz, finans ve borsa gibi kavramlara indirgenmeye çalışılsa da esasen, üretim, tüketim ve paylaşım gibi temel iktisadi faaliyetleri, sosyolojik ve psikolojik anlamda toplumsal değerler ve din algısından arındırmak mümkün değildir. Dolayısıyla ülkelerin iktisadi kalkınmaları çerçevesinde bireyin dini inanışları kapsamında; insan, eşya ve yaratıcı iradeyle olan ilişkilerini detaylıca gözden geçirmekte yarar bulunmaktadır.

İnsan

İktisat Tarihi Perspektifinde İktisadi kalkınma Ve Din İlişkisi 

Bu çalışmada beşeri ve sosyal değerlerle ekonomik kalkınma arasındaki teorik ve tarihsel ilişki irdelenmiştir. Bu bağlamda, Din ve iktisadi kalkınma arasında nedensellik ilişkisi tartışılmış Avrupa iktisadi açısından Katolik ve Protestanlık, Asya iktisadi bağlamında da Maturidi ve Eş'ari inanç esasları ele alınmıştır. Akılcılığı ön plana çıkaran; Avrupa'da Protestanlığın, Asya'da da Müridi anlayışın ekonomik kalkınmaya pozitif katkı yaptığı sonucuna varılmıştır.

İKTİSAT, AHLAK VE KAPİTALİZM

İnsanoğlu; bilgi, beceri, seçim yapabilme ve planlı üretebilme yetenekleriyle diğer tüm varlıklar karşısında üstünlük kurmasına rağmen, sahip olduğu değerler doğrultusunda gerçekleştirdiği iktisadi faaliyetler kendisinin ve üzerinde yaşadığı Gezegen’in geleceğini tehdit eder bir boyut kazanmıştır. Ancak insanlığın varoluşundan Sanayi Devrimine kadar geçen binlerce yıllık tarihi süreçte böyle bir sorun yaşanmazken, son 250 yılda kendisini ahlaki kaygılardan uzak tutan Kapitalizmin hâkim olduğu kısa bir sürede söz konusu vahim sonuçların ortaya çıkması rastlantı olmasa gerek. Bu menfi süreci, insanoğlunun ahlak bilincinden yoksun, sosyal sorumluluktan uzak, toplumsal fayda yerine, bireysel menfaati gözeten ve bu doğrultuda kar maksimizasyonu ile sermaye birikimini hedefleyen Kapitalist iktisadi sistemle olan yakın ilişkisinden bağımsız açıklayabilmek mümkün değildir

Human Rationality and Social Values of Economic Behavior In the Market Economy

While the market economy rejects the intervention of the state in economic events, it leaves the operation of the economy to the market power, which is shaped according to the human being defined as rational and homoeconomic. It is certain that the social problems that arise with the repeated economic crises, the injustice of income distribution and the accompanying poverty make it inevitable to question this understanding. The limited understanding of rationality that emerged in this context draws attention to the fact that human beings often make mistakes by feeding on emotionality and environmental effects. In this analysis, it is certain that the social values that are the source of the related behaviors are not sufficiently emphasized

Diğer

KAYITDIŞI EKONOMİ VE TÜRKİYE'DEKİ KAYITDIŞI EKONOMİNİN İNCELENMESİ

Günümüzde ülkelerin en çok ilgilendiği ve çoğunun hala başarılı olamadığı meselelerin en önemlilerinden biri iktisadi problemlerdir. Bu ekonomik meselelerde başarılı olmanın önemli kriterleri ise, ülkenin kalkınma hızı, kişi başına düşen milli gelir miktarı, milli gelirin adil bir şekilde dağıtılması ve enflasyon oranının makul bir seviyede olmasıdır. Bütün bu etkenlerin olumlu bir değer ifade edebilmesi için devletin iktisadi hayatı düzenlerken gözetmesi gereken birçok etken vardır. Son yıllarda sosyalist ülkelerde dahi ekonomik alanda kontrolün belli ölçüde özel sektöre devredilmesi ve bu amaçla özelleştirmeye gidilmesi, devletin iktisadi fonksiyonlarının geniş bir şekilde tartışılmasına neden olmuştur. Ancak, bu çerçevede devletin ekonomik hayattaki etkinliği daralırken, sosyal-devlet olma yönündeki rolünün öneminin arttığı görülmektedir...

Ekonomik Yolsuzluğun Nedenleri Ve Etkileri

Toplumların ekonomik ve sosyal hayatını sürekli tehdit eden en önemli sosyal problemlerin arasında yer alan yolsuzluklar son yıllarda hem uluslararası boyutta hem de ulusal alanda ciddi manada artış göstermiştir. Bu artışlar, bir taraftan ülkelerin toplumsal huzurunu bozarken diğer taraftan da yönetimleri sarsabilmekte, en azından güvenlerini kaybetmelerine yol açmaktadır.

Ülkelerin ekonomik ve sosyal yapılarını olumsuz manada ciddi olarak etkileyen yolsuzluklar son yıllarda bir çok uluslararası toplantılarda global gelişmeleri tehdit eden bir faaliyet olarak değerlendirilmiştir. Özellikle sermaye akımları ve yatırımların hareketliliğini ciddi olarak tehdit ettiği kabul edilmiştir. Bu nedenle yolsuzlukla etkili bir mücadele için öncelikle yolsuzluğun ne olduğu ve etkilerinin iyi bilinmesi gerekmektedir.

Bu çalışmada yolsuzluğun tanımı öncelikle ele alınmış, ardından nedenleri; ahlaki, ekonomik, hukuki ve siyasi boyutlarda irdelenmiştir. Diğer yandan yolsuzluğun ekonomik etkileri, yatırım ve büyüme, gelir dağılımı, piyasalar ve kaynak dağılımı ile kamu açıkları açısından ele alınmıştır.

Kalkınma Sürecinde Üretim Faktörlerinin Yeniden Tanımlanması

Son yıllarda ekonominin büyüme ekseninde ele alınmasının, bütün ekonomik faaliyetlerin tek amacı olan insanın, farkında olmadan (!) göz ardı edilmesine sebebiyet verdiğini inkâr etmek mümkün değildir. Bu çerçevede ekonomik hedefin, sermaye birikimini temel alan büyüme yaklaşımından, insanın refah ve mutluluğunu daha fazla önceleyen kalkınmaya çevrilmesinde zaruret bulunmaktadır. Böyle bir dönüşümün ise mevcut iktisadi yaklaşım ve kabullerle gerçekleştirebilmenin imkan dâhilinde olmadığı düşüncesindeyiz.

İç Borçlanmanın Sürdürülebilirliği Ve Türkiye Örneği

Borçlanmak hemen her ülke için başvurulabilecek önemli ve doğal bir finansman aracıdır. Ancak, bunun devamlılığı ile miktarı konusunda bir takım handikaplar olduğu bilinmektedir. Bu nedenle ülkelerin ne kadar borçlanacağı, borçlanmanın şartlarının ne olacağı ve bunun süresinin ne olması gerektiği konusunda ciddi tereddütler bulunmaktadır. Özellikle azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bir çoğu, yurt içi tasarrufların yetersiz olması ve harcamaların verimsiz alanlarda gerçekleşmesi nedeniyle bu gün kronik borçla yaşamak zorundadırlar.

Kamu harcamalarının finansmanı konusunda üç temel alternatif bulunmaktadır. Bunlardan en doğal ve yaygın olanı vergidir. Vergi gelirleriyle kamu harcamalarının tamamını finanse etmek her zaman mümkün olmamaktadır. Diğer biri emisyondur. Emisyon ile finansmanın özellikle enflasyon ile mücadele eden ülkelerde çok riskli olduğu da bilinmektedir. Sonuncusu da borçlanmadır. Borçla kamu giderlerinin finansmanının da belirli bir sınırı ve süresinin olduğu kesindir. Bu noktada karşımıza, borç yönetimi ve borçlanmanın sürdürülebilirliği çıkmaktadır.

Yurt Dışı Eğitimi, Yayın ve Bilim Dünyamız

“İnsanın kendisini ve etrafında olan biten her ne varsa anlaması anlamına gelen bilim, milletlerin kendi varlığını sürdürebilmesi için olmazsa olmazlardandır. Bu nedenle Ülkemizin bu günkü iktisadi, sosyal ve askeri alandaki vaziyetini, sahip olduğumuz bilimsel düzeyden bağımsız ele almamız mümkün değildir. Dolayısıyla Ülkemizin genel anlamdaki kalkınmasını temin edebilmek için bilimsel alt yapımızı geliştirmemiz gerektiği muhakkaktır. Bu anlamda, eğitim ve yayın alanında dış bağımlılığı bulunmayan bağımsız bir bilim politikası yürütmek zorundayız. Çünkü dışarıdan alınan eğitimle ve dışarının kurallarını koyduğu bilimsel ilkelerle kendi ülkemizin gerçeklerine ve ihtiyaçlarına uygun bilim üretmemiz mümkün değildir.

KELİMELERİN DEĞERLER VE DÜŞÜNCE DÜNYAMIZA YANSIMALARI

Toplumun düşünce ve değerler sistemindeki farklılaşmayı, çoğu kez kavramlara yüklenilen anlamlardaki değişimler üzerinde gözlemek mümkündür. Bu noktada kullanılan kelime ve kavramlar aynı kalırken, bunların yüklendiği anlamlardaki değişim üzerinden, toplumun değer yargılarındaki farklılaşmanın ne yönde ve nasıl değişik mecralara kaydığını görebiliyoruz. Toplumların ortak değerlerinin korunması ve geliştirilmesi yönünden, hatta nesiller arası iletişimin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için kelime ve kavramların sahip oldukları temel anlamları ile varlığını sürdürmesi hayati bir önem arz ettiği kanaatindeyiz.

KÜRENİN MERKEZİ ASYA’YA KAYARKEN TÜRK DEVLETLERİNE DÜŞEN ROL

ÖZET: Evrenin sistematik olarak sahip olduğu en önemli kurallarından birisi, her şeyin sürekli belli bir eksen etrafında dönmesidir. Bu kuralın sosyal bilimlerde de geçerli olduğunu iddia etmek yanlış olmasa gerek. Yaklaşık 2 bin yıl önce dünyanın en ileri toplumunun Çinliler olduğunu ve ürettiği malları tarihi ipek yolu ile Batı’ya pazarladığını hepimiz biliyoruz. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde Çin’in iktisadi olarak dünyanın en güçlü ekonomisi olma yolunda hızla ilerlediği bir dönemde ikinci ipek yolu projesini konuşuyor olmak tesadüf olmasa gerek. Çin’in öncüllüğünde Asya bir bütün olarak tekrar ayağa kalkarken, bölgenin kadim milletlerinden olan Türklerin bu süreçte ne yapacağı ayrı bir önem arz etmektedir. Bu anlamda faklı siyasi yapılarda bölgede yaşmakta olan Türkler için en isabetli tutumun, uluslararası arenada birbirlerine destek olmaları ve aralarındaki ticareti geliştirilmesi olarak özetlemek mümkündür.

İNSANLIĞIN DOĞDUĞU VE SON BULACAĞI TOPRAKLARDA TÜRKİYE İRAN İLİŞKİLERİ

Bugün Ortadoğu olarak ifade edilen gerçekte, her yönden Kürenin merkezi niteliğindeki üzerinde yaşadığımız bu topraklar, bugün olduğu gibi tarihin her döneminde acı ve gözyaşından kendisini alamamıştır. Bunda Bölgenin küresel güçleri cezbeden özellikleri kadar, Bölge ülkelerinin kendi içlerinde ve aralarındaki uyuşmazlık ve çatışmaların büyük rol oynadığı muhakkaktır. Bu anlamda Bölge’nin iki önemli ülkesi olan Türkiye ve İran arasındaki karşılıklı çıkara dayalı ilişkilerin geliştirilmesi son derece büyük önem arz etmektedir. Bunun gerçekleşmesini istemeyen çevrelerin iki ülke arasındaki mezhep farklılığını sürekli gündeme getirilmesine karşılık, hâlihazırda “müttefik ve dost” olarak ilişki kurduğumuz; Avrupa, ABD ve Rusya vs. ile hangi ortaklıklarımızın bulunduğunu sormak gerektiği kanaatindeyiz.

ANAYASAL İKTİSAT VE TÜRKİYE’DE UYGULANABİLİRLİĞİ

Anayasal İktisat, siyasal ve ekonomik yozlaşma nedeniyle yaşanan iktisadi istikrarsızlıklara çözüm arayan ve bunun için anayasal düzenlemeler öneren bir disiplindir. Kamu Tercihi Teorisiyle bir bütün halinde ele alınan Anayasal İktisat, esasen bireylerin devlete karşı ekonomik hak ve özgürlüklerini anayasal güvence altına alınmasını, ekonomik kararlardaki keyfiliğin önlenmesini ve iktisat politikalarında belirli bir istikrarın sağlanmasını amaçlamaktadır.

 

Profesör James M. Buchanan’ın 1986 yılında Nobel İktisat ödülü almasıyla yoğun bir şekilde gündeme gelen Anayasal İktisat düşüncesi, bu çalışmanın konusunu teşkil etmektedir. Bu çerçevede, ilk olarak Anayasal İktisat Teorisi’nin doğuşu ve nedenleri ele alınacaktır. Daha sonra Anayasal İktisat teorisinin dayandığı kamu tercihi teorisi hakkında açıklamalar yapılacak ve bahsi geçen yozlaşmaya bir çözüm olarak ileri sürülen ekonomik anayasa incelenecektir. Son olarak ise, Ekonomik Anayasa’nın Türkiye’de uygulama zemini tartışılacaktır.

ÜNİVERSİTELERİN İKTİSADİ VE SOSYAL KALKINMADAKİ ROLÜ

Ülkelerin iktisadi ve sosyal alanda kalkınmaları için eğitim ve öğretimin önemini yadsımak mümkün olmamakla birlikte, söz konusu eğitim ve öğretimin ülke ve dünyanın ihtiyaç ve imkânlarıyla uygunluğu da en az bir o kadar önem arz etmektedir. İhtiyaçların ve imkânların yeterince gözetilmediği, daha ziyade nicel artışın öne çıktığı bir eğitim ve öğretim politikasından ülkenin beklediği sonucu alması mümkün değildir. Ayrıca kitle iletişim araçlarının bu denli arttığı, içinde bulunulan bilgi çağında okulların rolünün bir kere daha ele alınması zorunluluk arz etmektedir

EKONOMİK İSTİKRARSIZLIĞIN EKONOMİK ve EKONOMİK OLMAYAN NEDENLER LE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI

İslam Ülkelerinde Sosyo-Ekonomik Sorunlar ve İslami Esaslar

: Küresel akımların hızla yayıldığı günümüz dünyasında toplumların kendi değerleri ile varlıklarını sürdürebilmesi her geçen gün daha da zorlaşırken, bu konuda en fazla sıkıntıyı İslam toplumlarının yaşadığını ifade etmek mümkündür. İslam ülkelerinde iktisadi ve siyasi sorunların yoğun bir şekilde yaşanmasında, ilgili toplumların ait oldukları dini inancın bu sorunlar üzerine müspet veya menfi etkilerinin olup olmadığı sürekli tartışılan bir konudur. Bu anlamda İslam öğretisinde; toplumsal birliktelik, akılcılık, güvenilirlik, adalet ile yeniliğe açık olma ve ilerleme konularında net bir tavır görmek mümkündür. Hal böyle iken ilgili ülkelerde yaşanan; etnik, din, mezhep ve siyasi temelli çatışmalar ve bunların nedenleri ve sonuçları bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmada öncelikle İslam ülkelerinin iktisadi, siyasi, askeri, kültürel ve ar-ge konularındaki mevcut durumları ortaya konup, diğer ülkelerle kıyaslamaları yapılacak ve devamında Müslüman toplumların bir an evvel kaderci anlayıştan sıyrılıp, akılcı bir düşünce tarzı ile ekonomik, sosyal ve siyasal hayatı yeniden kurgulamalarının zarureti üzerinde durulacaktır

bottom of page