top of page

İKTİSAT TARİHİ PERSPEKTİFİNDEN İKTİSADİ KALKINMA VE DİN İLİŞKİSİ 

Giriş: 

İnsanoğlu için temel beklenti, mevcut refah düzeyinin iyileştirilmesi ve güven ortamının tesis edilmesidir. Söz konusu hedeflerin gerçekleştirilmesi ise büyük ölçüde iktisadi kalkınmaya bağlıdır. Dolayısıyla, toplumlar için ekonomik kalkınma tarihten bu güne değişmeyen en genel amaç olmuştur. Birleşmiş Milletler Örgütü'ne üye olan 192 ülkeden ancak 30 kadarı gelişmiş ülke kategorisinde yer alırken, bir o kadarı da gelişmekte olan ülkelerden oluşmaktadır. Geri kalan 130 dolayındaki ülke ise az gelişmişlik özelliklerini yansıtmaktadır. Dünya genelinin iktisadi kalkınma konusundaki bu başarısızlığı, iktisadi kalkınma konusunun önemini ve gerekliliğini çok daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenle olsa gerek, iktisadi kalkınmanın, kavram olarak ne anlam ifade ettiği, iktisadi kalkınmayı hangi etkenlerin olumlu yada olumsuz yönde tetiklediği hep üzerinde tartışılan konular olmuştur. Ekonomik kalkınma; bir toplumun oluşturduğu sosyal ve siyasal yapı (devlet) bağlamında sahip olduğu, nitelik ve nitelik yönünden üretim düzeyi, eğitim seviyesi, demokratikleşme, insan ve mülkiyet hakları ile sağlıklı insanca yaşama imkânları şeklinde açıklanabilir.

 

iktisadi kalkınma konusu, en çok tartışılan ekonomik kavramlar arasında yer almasına rağmen, ülkelerin kalkınma sorununu çözebilecek uygulanabilir bir teorinin ortaya konduğunu söyleyebilmek pek olası değildir.

 

Çünkü ekonomi her ne kadar sosyal bir disiplin olarak literatürde yer etse de ekonomik sorunların çözümü noktasında bu özelliğin yeterince öne çıkmadığı görülmektedir. Çünkü iktisat literatüründe üretim ve tüketim tamamen nesnel bir gerçeklik olarak öngörülürken. hem üretimin hem de tüketimin öznesi olan insan'i, davranışları itibariyle aynı nesnellikte ele almak mümkün değildir.

 

Çünkü insanların davranışları, büyük ölçüde değer yargıları, inançları, ülkeleri, hüzünleri, sevinç ve beklentileri ile güven düzeylerine bağlıdır. Bunların ise hiç birisini nesnel olarak izah edebilmek mümkün değildir. Bu nedenle, tamamen kapitalist ve gayri ahlaki bir teori olarak öngörülen iktisat biliminin yeniden ele alınması gerekliliği kabul edilmiş olacak ki özellikle iktisat teorisi çerçevesinde, kültür ve din bağlamındaki çalışmaların son zamanlarda hızla arttığı görülmektedir.

 

Son on yılda başlayan bu süreçte Robert Baro'nun öncüllüğünde: McCleary, Tabellini, Guiso, Sapieza. Bettendorf ve Dijkgraaf gibi birçok iktisatçı yer almaktadır.

 

Gerçekte Max Weber'den bu güne insanların dini inançları ile ekonomik davranışlar arasındaki ilişki hep tanışıla gelmiştir (Guiso vd. 2002). Ancak bu tür tartışmaların ekonomi literatürünün gelişiminde yeterli kadar zemin bulduğunu söylemek mümkün değildir. Bununla beraber; iktisat teorisi çerçevesinde kültür ve din bağlamındaki çalışmalarda dinin, insan davranışlarını etkilemede sahip olduğu gücün, dolaylı olarak insanların ekonomik davranışlarına etki ettiği ve buna bağlı olarak, din ve iktisadi kalkınma arasında kuvvetli bir nedensellik olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Bottomore, 1977: 121-122).

 

Bu nedenle, iktisadi kalkınma programlanın, toplumun sosyal yapısından bağımsız oluşturulmasının doğru olmadığı olgusu, son zamanlarda daha yoğun bir şekilde tartışılır olmuştur. Bu çerçevede kalkınma programlarında ülkenin sahip olduğu maddi unsurlar kadar, sosyal ve beceri yapının da dikkate alınması gerekmektedir. Hemen hemen bütün toplumlarda var olan sosyal ve kültürel yapının yoğun olarak din eksenindeki değerlerden ve inanç sisteminden etkilendiği gerçeğinden yola çıkarak, dinin iktisadi gelişime olan etkisi üzerinde durulması, özellikle az gelişmiş ülkelerin durumlarını anlamaya yardımcı olacaktır.

 

Bu makalede, iktisadi kalkınmanın dinamikleri, iktisat literatüründe iktisat ve din ilişkisi. Avrupa iktisadında Katolik ve Protestan ile iktisadi kalkınma ilişkisi tartışılmaktadır. Ayrıca, Asya iktisadında; Eş'ari ve Maturidi inanç esasları ile iktisadi kalkınma ilişkisi ve Anadolu Türklerinin inanç ekseni irdelenmektedir.

bottom of page