top of page

İnsan Gezegen ve Yaratıcı Kudret

Fiziksel varlığı beden ve manevi boyutu ruh ile bir bütün varlık gösteren insan; kendisini oluşturan iki farklı yönüne uygun bir yaşam biçimi kurgulayabildiği ölçüde varlığını sürdürme konusunda başarı sağlayabilecektir

Fiziksel varlığı beden ve manevi boyutu ruh ile bir bütün olarak varlık gösteren insan; kendisini oluşturan iki farklı yönüne uygun bir yaşam biçimi kurgulayabildiği ölçüde varlığını sürdürme konusunda başarı sağlayabilecektir. Bundan dolayı hem beden hem de ruhi anlamda sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürdürebilmesi, kendisini oluşturan her iki yönünün ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde karşılamasına bağlıdır.

İnsanın fiziksel boyutu olan bedenine ait temel ihtiyaçları; yeme, içme, giyim ve barınmadan müteşekkil iken, ruhi/manevi gereksinimleri ise beğenilme, takdir görme, başarma arzusu, sahiplenme, kendisini güçlü hissetme ile aidiyet ve güven içinde olma hal ve isteklerinden oluşmaktadır.

Yukarıda değindiğimiz üzere insanın hem bedensel hem de ruhsal anlamda sürekli desteğe ihtiyaç duyması, onun acizliği ve zafiyetini yansıtan en önemli özelliklerinden iken aynı insanın, her şeye hâkim olma ihtirası ile ölümsüzlüğü arzulaması ise onun sonsuzluk arayışının en açık emarelerindendir. Bu noktada; insanın Gezegen’e ait olan fiziksel varlığı onun sınırlılığının bir yansıması olmasına rağmen, manevi anlamda sonsuzluk arayışı ise ezeli ve ebedi olan Yaratıcı Kudret ile olan bağının bir gereği olduğunu ifade etmenin yanlış olmayacağı kanaatindeyiz.

İşte bu noktada insanın kendi içinde çelişkide olduğunu ifade edebiliriz. Maddi manevi sürekli desteğe ihtiyaç duyan bir varlığın, her fırsatta kendisini bütün Gezegen’e sahip olmaya ve ona hükmetmeye namzet hissetmesi üzerinde durulması gereken önemli bir konu olduğundan şüphe yoktur.

Bu anlamda; "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın", (Hicr; 29)

“Ona tam şeklini verip ruhumdan da üflediğim vakit hemen onun için secdeye kapanın,"(Sad; 72)

Yukarıda yer alan ayetlerden anlaşılacağı üzere, her şeyi yoktan var eden Yaratıcı Kudret, insanın varoluş sürecini anlatırken, önce insanın bedenini, fiziki yönünü yaratıp, ona şekil verip daha sonra ona kendi ruhundan üflediğini belirtmektedir.

Burada Kendi ruhumdan üfledim derken, tam anlamıyla neyi kastettiğini bilemeyebiliriz, ancak bu ifade ile yarattığı insana kendi üstün özelliklerinden en azından bazılarını, kısmen de olsa verdiğini anlayabiliriz. Çünkü mutlak anlamda Allah’a ait olan; görmek, işitmek, bilmek, gerektiğinde cezalandırıp, gerektiğinde mükâfatlandırmak ile her şeye sahip olma ve hükmetme özelliklerinin en azından bir kısmının cüzi miktarda da olsa insanda bulunmasını, “kendi ruhumdan üfledim” ifadesinden bağımsız ele almak doğru olmasa gerek. Dolayısıyla Yaratıcı Kudret insana kendisine has özelliklerden bahşederek, onun diğer varlıklardan üstün ve aynı zamanda kendisine halifelik yapabilecek, meleklerin bile kendisine secde etmesi gereken, üstün özelliklere sahip olmasını dilediğini ifade edebiliriz.

"İnsanları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık." (Tin suresi; 4). 

Doğuştan görme özürlü olan bir kişiye renkleri anlatamayacağımız gibi; bilme, görme, işitme, sahip olma ve hükmetme yeteneği olmayan bir varlığın bu özelliklere sahip olan bir başka varlığı tanıması ve anlaması mümkün olmayacağından, yüce Yaratıcı kendisini tanıması için yarattığı insanoğluna, öncelikle söz konusu özelliklerinden bazılarını kısmen de olsa kazandırdığını söyleyebiliriz.

İnsanın bu halini, arkasında gelen ışıkla önünü görebilen bir kişinin söz konusu ışığın kaynağının kendisinden geldiğini zannederek, kendisini etrafı aydınlatan bir enerjiye ve güce sahip olmasını hissetmesi gibidir. Dolayısıyla insanoğlu bu noktada sınırlarını, haddini bilmek zorundadır.

Allah’ın seçkin bir varlık olarak yarattığı insandan haliyle beklentileri de bir hayli fazladır. Sonsuz kudret sahibi yüce Yaratıcı, kısmen de olsa kendinden özellikler yükleyerek, ayrıcalıklı olarak yarattığı insanoğlundan öncelikle Kendisini tanımasını istediğini biliyoruz. Ancak Yaratıcı İrade’nin talebi olan insanoğlu ile Yaratıcı İrade arasındaki yakın ilişkiye, esasen insanoğlunun kendi ihtiyacı bulunmaktadır. Bu olayı; anne babanın, çocuğuna, “oğlum/kızım aman derslerine iyi çalış, bu anlamda bizi dikkate al, sözümüze iyi bak, vb.” şeklindeki tavrına benzetebiliriz. Bu tavırda anne babanın çocuklarından beklentileri, esasen anne babaya dönük bir faydayı değil, çocuğa dönük bir faydayı içerdiğini biliriz.

Esasen özünde ruhtan müteşekkil olan insanoğlunun üzerinde hayat sürmek zorunda olduğu maddi dünyaya uyum sağlaması adına, sonsuzluktan gelen ve sonsuzluğun arayışında olan ruhun geçici olarak bedene hapsedildiğini görüyoruz. Dolayısıyla ruh kaynaklı, birçok istek ve arzunun fiziksel beden nedeniyle gerçekleşemediğini ifade etmek mümkündür. Bu noktada bahçemizdeki iki ağaçtan hangisine daha fazla su ve gübre verirsek onun diğerine göre çok daha canlı olacağı gibi, bireyin yaşantısında beden merkezli hareket etmesi, bedenin ruh üzerinde, ruh merkezli hareket etmesi ise ruhun beden üzerindeki hâkimiyetini arttıracağını da söylemek mümkündür.

Yukarıda değindiğimiz beden ve ruh anlamında iki boyutlu olan insanın varlığını sürdürebilmesi; mutlak surette her iki yönünü dengeli bir biçimde, doğru yöntemlerle ve doğru kaynaktan desteklemesiyle mümkün olabilecektir. Bu anlamda sağlıklı bir vücut için bedenin beslenmesi ne ölçüde zaruret arz ediyorsa, aynı şekilde ruhun desteklenmesi de sağlıklı bir kişilik ve psikolojik yapı için en az o kadar önemlidir. Bu noktada bedenin toprak kaynaklı, ruhun da ait olduğu Yaratıcı Kudret’e bağlı desteklenmesi en tabii yöntem olduğu muhakkaktır.

 “Biz Allah için varız, O’na ulaşmak ve teslimiyet için yaratıldık, mutlaka O’na geri döneceğiz, (Bakara; 156).

k varlık gösteren insan; kendisini oluşturan iki farklı yönüne uygun bir yaşam biçimi kurgulayabildiği ölçüde varlığını sürdürme konusunda başarı sağlayabilecektir. Bundan dolayı hem beden hem de ruhi anlamda sağlıklı ve huzurlu bir hayat sürdürebilmesi, kendisini oluşturan her iki yönünün ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde karşılamasına bağlıdır.

İnsanın fiziksel boyutu olan bedenine ait temel ihtiyaçları; yeme, içme, giyim ve barınmadan müteşekkil iken, ruhi/manevi gereksinimleri ise beğenilme, takdir görme, başarma arzusu, sahiplenme, kendisini güçlü hissetme ile aidiyet ve güven içinde olma hal ve isteklerinden oluşmaktadır.

Yukarıda değindiğimiz üzere insanın hem bedensel hem de ruhsal anlamda sürekli desteğe ihtiyaç duyması, onun acizliği ve zafiyetini yansıtan en önemli özelliklerinden iken aynı insanın, her şeye hâkim olma ihtirası ile ölümsüzlüğü arzulaması ise onun sonsuzluk arayışının en açık emarelerindendir. Bu noktada; insanın Gezegen’e ait olan fiziksel varlığı onun sınırlılığının bir yansıması olmasına rağmen, manevi anlamda sonsuzluk arayışı ise ezeli ve ebedi olan Yaratıcı Kudret ile olan bağının bir gereği olduğunu ifade etmenin yanlış olmayacağı kanaatindeyiz.

İşte bu noktada insanın kendi içinde çelişkide olduğunu ifade edebiliriz. Maddi manevi sürekli desteğe ihtiyaç duyan bir varlığın, her fırsatta kendisini bütün Gezegen’e sahip olmaya ve ona hükmetmeye namzet hissetmesi üzerinde durulması gereken önemli bir konu olduğundan şüphe yoktur.

Bu anlamda; "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın", (Hicr; 29)

“Ona tam şeklini verip ruhumdan da üflediğim vakit hemen onun için secdeye kapanın,"(Sad; 72)

Yukarıda yer alan ayetlerden anlaşılacağı üzere, her şeyi yoktan var eden Yaratıcı Kudret, insanın varoluş sürecini anlatırken, önce insanın bedenini, fiziki yönünü yaratıp, ona şekil verip daha sonra ona kendi ruhundan üflediğini belirtmektedir.

Burada Kendi ruhumdan üfledim derken, tam anlamıyla neyi kastettiğini bilemeyebiliriz, ancak bu ifade ile yarattığı insana kendi üstün özelliklerinden en azından bazılarını, kısmen de olsa verdiğini anlayabiliriz. Çünkü mutlak anlamda Allah’a ait olan; görmek, işitmek, bilmek, gerektiğinde cezalandırıp, gerektiğinde mükâfatlandırmak ile her şeye sahip olma ve hükmetme özelliklerinin en azından bir kısmının cüzi miktarda da olsa insanda bulunmasını, “kendi ruhumdan üfledim” ifadesinden bağımsız ele almak doğru olmasa gerek. Dolayısıyla Yaratıcı Kudret insana kendisine has özelliklerden bahşederek, onun diğer varlıklardan üstün ve aynı zamanda kendisine halifelik yapabilecek, meleklerin bile kendisine secde etmesi gereken, üstün özelliklere sahip olmasını dilediğini ifade edebiliriz.

"İnsanları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık." (Tin suresi; 4). 

Doğuştan görme özürlü olan bir kişiye renkleri anlatamayacağımız gibi; bilme, görme, işitme, sahip olma ve hükmetme yeteneği olmayan bir varlığın bu özelliklere sahip olan bir başka varlığı tanıması ve anlaması mümkün olmayacağından, yüce Yaratıcı kendisini tanıması için yarattığı insanoğluna, öncelikle söz konusu özelliklerinden bazılarını kısmen de olsa kazandırdığını söyleyebiliriz.

İnsanın bu halini, arkasında gelen ışıkla önünü görebilen bir kişinin söz konusu ışığın kaynağının kendisinden geldiğini zannederek, kendisini etrafı aydınlatan bir enerjiye ve güce sahip olmasını hissetmesi gibidir. Dolayısıyla insanoğlu bu noktada sınırlarını, haddini bilmek zorundadır.

Allah’ın seçkin bir varlık olarak yarattığı insandan haliyle beklentileri de bir hayli fazladır. Sonsuz kudret sahibi yüce Yaratıcı, kısmen de olsa kendinden özellikler yükleyerek, ayrıcalıklı olarak yarattığı insanoğlundan öncelikle Kendisini tanımasını istediğini biliyoruz. Ancak Yaratıcı İrade’nin talebi olan insanoğlu ile Yaratıcı İrade arasındaki yakın ilişkiye, esasen insanoğlunun kendi ihtiyacı bulunmaktadır. Bu olayı; anne babanın, çocuğuna, “oğlum/kızım aman derslerine iyi çalış, bu anlamda bizi dikkate al, sözümüze iyi bak, vb.” şeklindeki tavrına benzetebiliriz. Bu tavırda anne babanın çocuklarından beklentileri, esasen anne babaya dönük bir faydayı değil, çocuğa dönük bir faydayı içerdiğini biliriz.

Esasen özünde ruhtan müteşekkil olan insanoğlunun üzerinde hayat sürmek zorunda olduğu maddi dünyaya uyum sağlaması adına, sonsuzluktan gelen ve sonsuzluğun arayışında olan ruhun geçici olarak bedene hapsedildiğini görüyoruz. Dolayısıyla ruh kaynaklı, birçok istek ve arzunun fiziksel beden nedeniyle gerçekleşemediğini ifade etmek mümkündür. Bu noktada bahçemizdeki iki ağaçtan hangisine daha fazla su ve gübre verirsek onun diğerine göre çok daha canlı olacağı gibi, bireyin yaşantısında beden merkezli hareket etmesi, bedenin ruh üzerinde, ruh merkezli hareket etmesi ise ruhun beden üzerindeki hâkimiyetini arttıracağını da söylemek mümkündür.

Yukarıda değindiğimiz beden ve ruh anlamında iki boyutlu olan insanın varlığını sürdürebilmesi; mutlak surette her iki yönünü dengeli bir biçimde, doğru yöntemlerle ve doğru kaynaktan desteklemesiyle mümkün olabilecektir. Bu anlamda sağlıklı bir vücut için bedenin beslenmesi ne ölçüde zaruret arz ediyorsa, aynı şekilde ruhun desteklenmesi de sağlıklı bir kişilik ve psikolojik yapı için en az o kadar önemlidir. Bu noktada bedenin toprak kaynaklı, ruhun da ait olduğu Yaratıcı Kudret’e bağlı desteklenmesi en tabii yöntem olduğu muhakkaktır.

 “Biz Allah için varız, O’na ulaşmak ve teslimiyet için yaratıldık, mutlaka O’na geri döneceğiz, (Bakara; 156).

Prof. Dr. Mehmet Karagül'ün Resmi Web Sitesidir
Tasarlayan ve Optimize eden  Mehmet KARAGÜL
bottom of page