top of page
  • Yazarın fotoğrafıMehmet Karagül

Bugünkü Meseleler ve Batı’nın Yüzyıllık Planı

Güncelleme tarihi: 17 Oca

Bu dünya hayatının, iyiler arasında dayanışma ve kötülerle ise mücadele olduğu muhakkaktır. Bu anlamda hak ve batıl arasındaki çatışmanın Hz. Âdem’den kıyamete kadar aralıksız bir şekilde sürecek olması yaşadığımız dünyanın en değişmez gerçeğidir. Dolayısıyla her daim bir mücadele vermek kaçınılmaz olduğuna göre, hangi tarafta yer aldığımız kadar, dost ve düşmanı kimlerden edindiğimiz son derece önemlidir. Çünkü düşmanın en tehlikelisi, dost zannedilendir. 

 

I. Dünya Savaşı’nın ardından 26 parçaya bölünen Osmanlı Devleti’ne ait topraklarında bugün 70 farklı siyasal yapı hüküm sürerken, bunların birçoğu gerçek anlamda DEVLET olma özelliğinden yoksundur. Hâlihazırda 200’ün üzerinde olan Dünyadaki devlet sayısını, önümüzdeki 50 yıllık sürede en azından 400’e çıkarmayı hedefleyen küresel güçlerin, bu hedeflerinin gereğini 100 yıl önceden yapmış olduklarını görüyoruz.

Sömürgeciliği 19. yy’da fiili işgallerle gerçekleştiren Batılı ülkeler, I. ve II. Dünya Savaşından sonra bu uygulamanın maliyetinin çok fazla olması nedeniyle, halen devam eden yeni bir sömürge politikasını devreye sokmuşlardır. Bu anlamda; özgürlük, bağımsızlık, demokrasi ve insan hakları gibi pozitif kavramlarla Müslüman ülkelerdeki insanların; etnik yapı, mezhep, cemaat ve siyasal farklılıklara dayanarak ait oldukları devletlere karşı sürekli isyana teşvik edildiklerini görüyoruz.

 

Böyle bir kalkışmanın toplumda taban bulması ise ancak bağımsızlık (!) verilen ülkelerdeki yönetimlerin hep azınlıkların temsilcilerinden seçilmesiyle mümkün olacaktı. Çünkü böylesi bir siyasal yapılanma ile devlet ve millet kaynaşması mümkün olmayacaktı. Bu anlamda fikir babası Michel Eflak (Suriyeli bir Hristiyan) olan Baas rejiminin, çoğunluğu Şii olan Irak’ta Sünnileri iktidara taşırken, ekseriyetin Sünni olduğu Suriye’de ise Şiileri yönetime getirmesi bir rastlantı olmasa gerek!

 

Her iki ülkede de azınlığı temsil eden yönetimler, toplumdan destek alamadığından dış destekle ülkeye hâkim olmaya çalışmışlardır. Kendilerine iktidar yolunu açanların tam da isteği olan bu durum karşısında ilgili ülkeler, sömürü sisteminin devamlılığı şartıyla despot rejimlere desteğini devam ettirdiklerini görüyoruz.

 

Ancak 1900’lü yılların sonu ve 2000’li yılların başıyla birlikte küresel yayılmacı güçler için yeni bir dönem başlamıştı. Yeni dönemde mevcut İslam ülkelerinin yeni çatışmalarla en az 2’ye, mümkünse 3’e ve 4’e bölünmesi gerekiyordu. Bunun için önceden kendilerinin iktidar yaptıkları ve sonra da despot uygulamalarına destek verdikleri rejimlere karşı halkı “özgürlük” adıyla kışkırtmak en kolay yoldu. Bundan da görülmektedir ki yüz yıl sonra despotluğunu halka bahane edip, yeni bir işgal ve parçalanma gerçekleştirebilmek için yüz yıl önceden despot rejimler yönetime getirilerek desteklenmiştir.

 

Evet, Saddam ve Esat yönetimi de Batı’nın bir projesidir. Ancak süregelen süreçte oyunun kurallarını hep sömürgeci ülkeler koyduğundan İslam Âlemi için her geçen gün bir öncekini aratmaktadır. O yüzden bugün Irak halkı zalim Saddam’ı, Suriye halkı da despot bir yönetim de olsa önceki Suriye’yi arar hale gelmiştir.

 

Nihayetinde eğer İslam topraklarında gerçek bir barış, refah ve huzur isteniyorsa bunun tek şartı, yayılmacı güçlerin “farklılık zenginliktir” diyerek, bölge insanı arasındaki etnik, mezhep, siyasal vb. çatışma noktalarını öne çıkararak, müşterekleri unutturmasının bir sonucu olan iç çatışmaları bir tarafa bırakabilmektir. Çünkü Batı’nın dâhil olduğu hiçbir ortam ve oluşumdan bölge insanı için barış ve huzur beklenmemelidir. Dolayısıyla Bölge ülkeleri ve insanı, Batılı güçlerden aldıkları destekle, birbirlerine karşı verdikleri mücadeleyle refah ve huzura kavuşmayı hayal dahi etmeleri tam bir hüsrandır.

16 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page