top of page
  • Yazarın fotoğrafıMehmet Karagül

Milliyetçilik, Reddedilen Asabiyetçilik midir?

Güncelleme tarihi: 19 Oca


Herkesin kabulü olan bir gerçek var ki insan sosyal bir varlıktır. Birey olarak tek başına yaşayabilmesi ve varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Bu anlamda her bir birey için aile, yakın akraba ile soy ve ait olduğu millet ve ülke toplumu, yaşamındaki yok sayılamayacak ve en önemli sosyal oluşumlardır. Çünkü fertlerin ekonomik, sosyal ve siyasal başarı ve güçleri, kendi çabaları kadar mensubu bulunduğu sosyal yapılardan aldığı destek ve güç ile orantılıdır. Ancak bununla birlikte, kişinin içinde bulunduğu sosyal çevreden aldığı ekonomik ve siyasi güç ile kendisine ve çevresine haksız çıkar sağlaması ya da ait olduğu çevrenin başkasına yaptığı veya yapacağı haksızlığa destek olması, geçmişten bugüne ve geleceğe insanlığın en temel sorunlarından birisi olarak karşımızda durmaktadır.


Ülkemizde olduğu kadar bütün dünyada da eleştirilen ırkçılığı; bireyin kendi ırkını/soyunu, üstün, ötekileri hakir görüp, diğerlerine yaptığı ya da yapacağı haksızlığa ve zulme kendi vicdanında yer arama çabası olarak değerlendirmek mümkündür. İnsanlık tarihinde olduğu kadar bugün hala örneklerini yaşadığımız ve kabul edilemez insanlık dışı davranışlara neden olan bu tür yaklaşımın, tamamen yok edilmesi mümkün olmasa da en aza indirilmesi hususunda, dünya barışının sağlanması adına bütün insanlığın üzerine vazife düştüğünü belirtmek durumundayız.


Bu konuda karşımıza çıkan bir diğer kavram ise milliyetçiliktir. Milliyetçiliği tamamen soy birliğine dayandırmanın doğru olmadığını öncelikle belirtmek gerekir. Bu anlamda milliyetçiliği; bireyin kendisinin birlikte olduğu toplumla kader birliği yapması, sonradan olsa bile onun dil, din ve diğer kültürel değerlerinin bir kısmını ya da tamamını benimseyerek, birlikte yaşama konusunda iradesi göstermesi ve bu doğrultuda çaba sarf etmesi şeklindeki sosyolojik düşünce yapısı olarak tanımlamak mümkündür.


Bu çerçevede bireyin, mensubu olduğu veya kendisini ait hissettiği toplumla olan manevi/duygusal yakınlığını, tamamen tabii bir tutum olduğunu kabul etmek durumundayız. Bu anlamda kişinin; kendisine ve çevresine haksız kazanç sağlamamak ve başkasına zulüm ve haksızlık etmemek kaydıyla, ait olduğu topluma veya millete destek olması, son derece doğal, hatta olması gereken bir düşünce ve davranış türü olduğu muhakkaktır.


Hal böyleyken ülkemizde sıkça karşılaşılan; milliyetçi düşünce ve tavrı, tarafgirlik anlamındaki asabiyetçilik ile eş anlamlı kabul ederek, reddeden ve bunu da bir hadise dayandıran iddialara burada açıklık getirmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bilinen bir vakıa ki Hz. Muhammed, kabile savaşları nedeniyle o güne kadar ve bugün hala gerçek bir devlet kuramamış olan Arap toplumuna peygamber/rehber olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla Hz. Muhammed, peygamberliği süresince yeri geldikçe, kendi kabilesinden ve soyundan olana verilen şartsız destek ve tarafgirlik anlamında olan asabiyetçiliği reddeden ifadelerde bulunmuştur. Bunlara bir örnek olarak; Kim hevasına uyarak, batıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe (asabiyet) çağrıda bulunur ve kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve şiddete kapılırsa cahiliye ölümüyle ölür, (Kütüb-i Sitte, s. 257) hadisi verilebilir.


Söz konusu ifadeler üzerine ashaptan biri, “Kişinin kavmini sevmesi bahsettiğiniz memnu olan asabiyetçilik midir?” şeklinde bir soru sorması üzerine, Hz. Muhammed: Hayır, asabiyet, kişinin zulümde kavmine destek olmasıdır (Kütübü-i Sitte, s. 259). Şeklinde bir cevapla karşılık vermiştir. Görüldüğü üzere, tarafgirlik anlamındaki asabiyetçilik ile ilgili hadis gerekçesiyle milliyetçiliği reddeden yaklaşımın dini temelden yoksun olduğu anlaşılmaktadır. Oysa geçmişten bugüne ülkemizde sıkça şahit olunan; soy, etnik yapı, mezhep, cemaatçilik, hemşehrilik ve siyasal yakınlık gibi nedenlere bağlı haksız çıkar sağlama çabalarını, ilgili hadiste reddedilen asabiyetçilik kapsamında olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.


Öte yandan asabiyetçilik konusunda en ciddi çalışmaya sahip olan İbni Haldun, Mukaddime adlı eserinde toplumların başarısı için asabiyet bilincinin göz ardı edilmemesi gereken en önemli etken olduğunu vurgulamaktadır (Karagül, 2016: 54). Bu çerçevede İbni Haldun, savaşta yenilgiyle karşılaşan toplumların, galip olanlara göre asabiyet düşüncesi yönünden zayıf toplumlar olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, İbn-i Haldun, asabiyetçiliğin nihai hedefini mülk sahibi olmak şeklinde özetlerken, (İbn-i Haldun, 2012: 349) biraz daha geniş bir izahatla; asabiyet fikrini, iktidar olmanın, devlet kurmanın, hâkimiyet tesis etmenin, kısacası bireylerin ve de toplumun güvenliğini garanti altına almanın en önemli sosyal dinamiği olarak değerlendirmektedir (Bursalıoğlu, 2007: 47).


Burada İbn-i Haldun’dun üzerinde durduğu asabiyet anlayışını, toplumda bireylerarası güven ve iş birliği ile dayanışma olarak değerlendirmek mümkündür. Söz konusu asabiyet anlayışının, bugünkü milliyetçilik fikri ile iktisat ve sosyoloji literatüründe yer alan ve toplumdaki karşılıklı güvene işaret eden sosyal sermaye kavramıyla (Temple, ve Jonson, 1998: 23) içerik yönünden büyük benzerlik gösterdiğini ifade etmek mümkündür.

Bütün bu izahatlar neticesinde anlaşılmaktadır ki kişinin ait olduğu topluma olan aidiyet duygusu fıtri bir olgudur. Bu nedenle bireyin varlığını sürdürebilmesi için hem bedensel hem de ruhsal anlamda güçlü bir toplum ve devlete olan ihtiyacı reddedilemez. Bu bağlamda bireyin ilgili toplumla olan güvene dayalı ilişkisinin, birey kadar toplum için de ihtiyaç olduğu gözden kaçırılmamalıdır.


Kuranı kerimde “…tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır...” (Hucurat 13) ifadesi ile Yaratıcı irade insanları kabileler/ırklar şeklinde farklı farklı yarattığını belirtmektedir. Ayrıca insanın kendi kavmini sevmesinin men edilmediği, hatta akraba ziyaretlerinin tavsiye edildiği hakkındaki hadisler (Tirmizi, Birr, 49) de dikkate alındığında, birey için yakın akrabasını, soyunu milletini sevmesinin ve onlara destek olmasının İslami açıdan hiçbir sorun oluşturmadığı aksine önerildiği anlaşılmaktadır.


Netice itibariyle kişinin; kendi yakın akrabasını, soyundan gelenler ile milletini sevmesi ve onlar için çaba sarf etmesinin, hadiste yasaklanan tarafgirlik anlamındaki asabiyetçilik ile herhangi bir alakasının olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla güçlü bir ülkeyi tesis edebilmek için; etnik, mezhep ve cemaat gibi alt kimlikler üzerinden ayrışmaya düşmeden, ülkedeki çok daha geniş ölçekli ortak değerler etrafında güç birliği yapmanının her kesimin yararına olacağı muhakkaktır.



Yararlanılan kaynaklar:

Bursalıoğlu, S., (2007), “İbn-i Haldun Sosyolojisinde Asabiyet Bağları, Devlet ve Kamu Maliyesi”, Celal Bavar Üniversitesi, S. B. E. Sosyal Bilimler Yıl 2007 Cilt: 5 Savı:2, ss. 43-56.


İbn-İ Haldun, Çev. S. Uludağ, (2012), Mukaddime I, Dergâh Yayınları, İstanbul.


Karagül, M., (2016), “İbn-İ Haldun’da Asabiyet ile Devlet ve Mülk İlişkisi”, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 3(6), Güz, 2016, ss. 47-59.


Kütüb-i Sitte Tercüme ve şerhi, Çev. Canan, İ., Akçağ Yayınları, 2014, Ankara.


Temple, J., Jonson, P.A. (1998). "Social Capability and Economic Growth",Quarterly Journal of Economics, Vol. 113, No.3. s. 988.


Tirmizi, Birr, 49; Ahmed b. HanbeL ll, 274.

129 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page